Toplum Yapısını Sorgulatan İki Film ve Perspektiflerini Yorumlama

1- Fight Club

“You do not talk about the fight club!” İlk üç kuralı bu olan illegal bir kulübün, toplumları nasıl etkileyebileceğinin, insanlarda nasıl gizemli bir güç algısı oluşturacağının farkında mıyız?

Vandalizmin bolca boy gösterdiği bu filmde, Brad Pitt ile Edward Norton baş rolleri paylaşıyor. Dövüş Kulübü, insanları sıkıcı hayatlarına daha özgür ve gerçekçi bir bakış atmayı sağlarken, aslında herkesin kurtulmak istediği modern prangalarından kurtulma biletini sunuyor insanlara…

Güçlünün daima daha da güçlendiği, ezilenin her geçen gün daha da yerin dibine girdiği bir toplum yapılanmasında, bir sistemi bozguna uğratmak, sadece mali değer içeren kayıtları yok etmek için “sil” tuşuna basmak kadar kolay… Var olmayan değerlerin kazanıldığı, insanın daima kendini sahtelikle tatmin ettiği bir dünyadan gözlerini açıyor olmanın hazzını yaşatan bu yapıt, aslında ne için ne olmak istediğimizi bize sorgulatıyor.
Zihinlerimizde, anlamsız hedeflerimiz ile hedefsiz yaşamlarımız arasında bolca gelgitler oluşurken, bize dayatılan sistemin, biz farkında olmadan, bizi nasıl kemiriyor olduğunu da çok güzel özetliyor.

Filmin son karesinde bankaların, ekonomi içeren gökdelenlerin ve iş merkezlerinin altlarına döşenmiş bombaların patlatılmasıyla film final yaparken, artık zenginin parasının olmadığını, fakirin de borcunun kalmadığını bize açıkça anlatıyor.

2- Dark Knight

2008 yapımı, Christopher Nolan’ın yönettiği bu efsane film, anarşizmin felsefesini izleyenlerin içine işliyor.

Dünyada iyi insan var mıdır? “İyi” kavramının tanımı tam olarak nedir? En iyi olanımızın bir gün çıkarlarına menfaatlerine zeval gelse, acaba iyi rolü yapıyor olmaya devam mı edecekler? Madem öyle, bizi yöneten insanlar ne kadar iyiler? Tepedeki makamında oturan, bir toplumun, devletin yöneticisi olan şahıs, neden kendi menfaatleri doğrultusunda koca bir sistemi işletiyor olmasın ki? Bu durumda suçlu olan gerçekten suç mu işlemiştir, yoksa sadece yönetimin çıkarlarına ters mi düşüyordur, bir düşünmeli…

Günü geldiğinde herkes değişecektir. Bu bir gerçek, çünkü o gün değişmeyen ölmüş olacaktır. Çünkü, “Ya iyi olarak ölürsün, ya da kötüye dönüşecek kadar uzun yaşarsın,” diyor, Joker karakteri. Bu durumda maske takan kötülerden daha iyisi varsa, o da kötü olduğunu belli eden dürüstlerdir. Tımarhaneler ve hapishaneler, oralara tıktığı insanları, normal olmamakla yaftalayan anormal yöneticilerin Pandora kutusu… Şimdi ise o kutundan gerçek duygular fışkırıyor sokaklara; dehşet.

Kahramanlık yapmak isteyenlerin kuyruğunu kıstırdığı tablo bu. Çünkü yönetimi reddeden anarşizme yatkın gruplar, aslında kahramanların da iyi bireyler olmadığını çok güzel gözler önüne seriyorlar. Bunu filmde Joker karakterinin gözünden görüyoruz. Ve Beyaz Şövalye olan bölge savcısı Harvy Dent’in tam olarak da bu durumu onayladığını filmi izleyenler rahatça anlıyorlar.

Bu filmde anarşizmden öte bir şey var; kaos. Çünkü anarşizm terminolojisinin tanımı, medeni kavimlerin kendi kendini yönetmesidir. Yani yönetimi yıkmaktır. Oysa ki filmde yönetimi değil, bütün toplum yaşantısını yıkmak isteyen, psikolojileri altüst eden bir durum var. Ve Alfred karakteri ise şöyle diyor: “Bazı insanlar, dünyanın alevler içinde kalışını seyretmek ister.” Aslında herkes içten içe buna seyirci kalmaktan haz da duyacaktır. Sadece bir kısmı dışarıya, bir kısmı da kendisine itiraf etmeye korkuyorlar bu kaos tutkularını… 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir